Kadın, bu çukurda sıkışıp kalmanın ötesinde, karşısındaki varlığın ne olduğunu çözmek zorundaydı. Korku, aklını sararken, merak da onu besliyordu; bu, bir içsel savaşın tam ortasıydı. Yavaşça, toprakta parlayan nesneye yaklaştı, nefesini tutarak her adımda daha da derinleşen karanlıkla yüzleşmeye çalıştı. Bu nesne, onun geçmişine dair bir iz taşıyor gibiydi; kaybolmuş anılar, unutulmuş hayaller. Belki de hayatı boyunca kaçtığı şeyler, şimdi tam önündeydi. Tam bu noktada, yüzleşmekten başka çare olmadığını anladı. Gerçekten korktuğu şey, belki de kendi içindeki karanlıktı. Bu çukur, sadece fiziksel bir hapsetme değil, aynı zamanda ruhunun derinliklerine inme cesaretiydi. Sonunda, ormanın sessizliğinde, kendisiyle barışıp barışmadığını düşünerek bir adım öne çıktı; belki de gerçek kurtuluş, korkularıyla yüzleşmekte gizliydi.